Çarşamba, Şubat 28, 2007

Turkish Prestige


Komik miii, korkunç muu, arkadaki sihirbaz mıı.. bilemedim.
Ama tabii gençleri motive etmek gerek, devam..

Cuma, Şubat 16, 2007

Yağmur Çamur

Yağmur da ışık gibi insanı etkileyen, melankoliye kaptıran bir hava olayıdır. Kar mesela pek melankoli yapmaz, daha çok neşe verir. Salak salak elindeki karı top haline getirir, karşındaki arkadaşını suratından vurmak istersin. Bu davranış çocuk da olsan, eşşek kadar da olsan Türkiye'de de böyledir, Amerika'da da İsviçre'de de..değişmez, ilginç tabii..Yağmurun adı bile hüzünlüdür. Yağmurda öpüşmek, sarılmak, ıslanmak, telefonda konuşmak, koşmak, bi duvara yaslanıp ağlamak,kaldırım kenarına oturup kafanı dizlerine çekerek ağlamak,arabaların üstüne su sıçratması, gök gürültüsü, ardından 7 san. saymak,şemsiye kullanmak ya da kullanmamak, şemsiyenin üzerinden gelen tıp tıp sesleri, evdeysen eğer panjurun üzerine düşen pıt pıt sesleri, kuşların kanatlarını gagalarıyla didiklemesi,siyah beyaz filmlerde yağmur yağması, İngiltere'deki siyah taksilerin camlarındaki su damlacıkları, geceyse trafik ışıklarının yere yansıması, kırmızı arabaların kırmızısının daha belirgin olması, kafana gazete koyarak koşmak, ekmeği paltonun içine sokmak, karnenin ıslanarak mürekkebin dağılması, yanakların kızarması, yarı kelsen iğrenç gözüken saçların, saçların kahverengiyse siyah gözükmesi, iç çamaşırın inceyse üzerine yapışan kıyafet sonucu manzara, denizdeysen suyun sıcaklığı, arka odada sıcak çikolata, Eminönünün karışıklığı ve işportacıların siyah büyük naylonları, ağaçların ve toprağın kokusu, şarkılarda yağmur..Işık konusuna da başka bir sefer değineyim derken yağmur ile ilgili naçizane atasözümü de yazasım var:

-Yağmur durdu, sen de durdur
(by me)

privisliy AN LOST


Lost'u; okul, defter, kitap, kalemkutusu, tabii ki silgi ve hatta kalemtraşla kurşun kalemini açtığında çıkan kokular kadar seviyorum..

Perşembe, Şubat 15, 2007

Ben çocukken...


Bütün çocuklar gibi ben de çok acaip bi çocuktum. Öyle düşünüyorum ki, ben delirince nasıl deliririm acaba, neye benzerim diye hiç düşünmeyelim.. Hemen çocukluğumuzu aklımıza getirelim, işte karşımızda delirmiş biz.. Büyüklüğümüzün delirmiş haline çocukluk denir derim ben.

Tabii ki hatsafada ya da hat safhada bir hayalgücü ile oyunlarımı oynar, kıskançlıklar yapar, annemden terlik yer, bakkaldan topitop çalar ve uykudan önce Adile Naşit izlerdim.. 3-11 yaşıma kadar bu 8 yıl eder, çok eğlendim, çok. 3-4 yaşlarımda sokak maceram yoktu, çünkü ben tek çocuktum, bana sokakta göz kulak olucak bi abim ya da ablam yoktu. O yüzden sokaktan uzak tutuldum o yaşlarda. Genelde evde çizgi film izlerdim, fincanlarıma çay koyar, anneme misafirliğe giderdim, büyük bi gelin bebeğim vardı, o zamanlar gelin bebekler çok populerdi, barbie falan almaya paramız yoktu bizim, barbiler pahalı oyuncaktı, zengin çocuklarında vardı sadece.. İşte eğlence 5 yaşıma girdiğimde başladı, çünkü bi kardeşim oldu.. Kardeşin olunca evde biraz daha özgür oluyorsun, herkes yeni doğan bebeğin peşinde oluyor çünkü. Sana karışan olmuyor, ama ufak bi hata yapsan, çocuum zaten kardeşin ağlıyor, kaka yapıyor, osuruyor bi de senle mi uğraşalım adları altında sonu gelmeyen bi kardeş sorumluluğu ekleniyor üstüne.. Neyse, 5 yaşında anaokuluna başladım, o sıralarda televizyonda çiçek kız, georgie ve yakari favori çizgi filmlerimdi.. Tüm o saçma ama güzel şarkıları öğrendim, sokakta oynamaya başladım, sonra ilk okul geldi.. Okuma, çarpma-bölme derken oyuna çok az zaman kalıyordu.. Sokağa çıkınca da zaten kardeşimin anırmaları ile uğraşmak zorunda kalıyodum. Susam sokağı devri başlamıştı, pepen, uzun bacaklı adam, he-man, voltran, şirinler, tabii ki celementine..v.s işte.. Hayatımı nelerin üzerine kurmuşum:) Clementine Fransızların kendi tiplerini en iyi biçimde yansıttığı çizgi filmdi. Clementine tam bir Fransız tipi değil miydi? Yaz tatili gelince sürekli çizgi film izlerdik, bizi böyle çizgi filmlerle tanıştırdığı için Trt'ye bütün 80'ler çocukları biraraya gelip hep bi ağızdan''Sen çok yaşa TRT'' diye bağıralım derim ben.. Neyse sokak kurbişleri, Tsubasa, haa bi de biberleyelim vardı. Müzeye kaldırılan eski bir beyzbol topunun maceralarını, beyzbol topunun kendi ağzından dinlerdik..Alvin ve Sincaplar, Genki bunu Kanal 6 da verirlerdi. Bunu kardeşimde çok severdi ya:) Boksor çocuğu Genki'nin babası dövüşürken ölüyor, Genki de minnacık çocuk, hırslanıp antremanlar yapardı, o yaşımıza göre baya ağır bi çizgi filmdi yahu.. Ben çizgi filmlerdeki ilk öpüşme sahnesini Georgi'de gördüm bi de He-man de.. Hatta çizgi filmde varsa biz de yaparız deyip ismi lazım değil kişiyle ufak bi de deneme de yapmıştık. Şimdi kız tesadüfen okur felan, benden izin almadan nası açık edersin çarpık ilişkimizi diye mahkemeye verir, mazallah.. Unutmadan geçemiycem bi çizgi film daha var, o da Portakal Yolu.. Bunu da hatırlamak zor oldu, Star'da verirlerdi bunu da. Japon çizgi filmiydi, bi grup lise öğrencisinin başından geçenleri anlatıyordu, aralarından birinin parapiskolojik yetenekleri vardı, herşeyi hareket ettiriyodu, bi de kedi vardı gibi.. Neyse işte günler susam sokağını kaçırmamak için anadolu lisesi kursundan kaçarken annemden müthiş dayaklar yemekle, sokakta yedi renkli çiçeği bulma oyunlarıyla devam ediyordu. Sonra ilkokul bitti, büyüdük ama çizgi film tutkum hiç bitmedi, kardeşimle takılmaya başlamıştık artık. Orta üç'ün sonunda aşk-meşk meseleleri başladı tabii. 3 kız aynı kişiye aşık oluyoduk, hiç de kıskançlık olmuyodu. Bütün yaz bisiklete binerdik, kalabalık bi gruptuk. Bizden de bi çizgi film olurdu hani.. Ruh çağırma seanslarıyla başlayıp, şişe çevirmeye gelen oyunlarımızla çocukluktan biraz daha büyük bi çocukluğa geçerken günler hakikaten süper geçiyodu.. O zaman çizgi filmlerin yerini Star'da verilen Charles İş başında, Kuzen Lary, Altın Kızlar, Pete&Pete'in maceraları, Carusel,Cine5 de verilen Gençlik Yılları mıydı neydi çok güzel bi dizi vardı, başroldeki çocuun adı Kevin'dı ve ben o çocuğa aşıktım galiba, bi de ben Karateci Çocuk'a aşıktım.. Öğretmeni Miyagi, kendisinin adı neydi ya, ha Daniel-san işte ona.... İyi ki ben 1979 yılında doğmuşum ve bu ne dik yokuş çıkıcam tepeye, bu ne dik yokuş varıcam zirveye ve dokunucam güneşe adlı yeşil kurbağanın söylediği şarkıyı duymuşum. (song is by Susam Sokağı)


Not:Fofograftaki en sağda oturan elemana tikat:)



Cuma, Şubat 09, 2007

Üzüntü ve Muz kabuğu

Pepen'in Balonu:) Fransızlar bu işi biliyor. Bu çizgi film gibi animasyonu hatırlayan var mı bilmiyorum, ben çok severdim. Ama ana karnından çıkalı 3-5 sene olduğundan pek net değil görüntüler gözümde. Tek hatırladığım Pepen'in balonları, bunların avare avare uçuşları.. Ve tabiiki, istedikleri olmayınca ''üzüntü ve muz kabuğu'' demeleriydi. Ha bi de ''uçurr bizi Pepen'' vardı.. haha.. Yakari'deki kartalın uçarken ''yakaruki-hakarukii'' diye bağırması kadar eğlenceliydi..

Aşkın gözü kör olabilir ama, karnı açtır..


Cenk Durmazel'in sözlerini yazdığı albüm gerçekten şaşırtıcı güzellikte. Cenk Beylerin hiç bir özelliği olmayan sesi albüme ayrı bir özellik katmış kanımca.. Albümün bazı parçaları şurdan dinlenebilir, burdan alınabilinebilinir..
Cenk ve Erdem'den bahsedecek olursak; bu iki şahıs muebbet muhabbet adlı programları ile tanınmış, dünyanın en iyi geyiğini çeviren kişiler..Erdem'i daha yaratıcı bulurum, Cenk'se tabiri caiz ise malın gözü rollerindedir. Erdem'in ''Evet sevgili seyirciler'' diyerek başladığı programa Cenk'in ''Hayır sevgili seyirciler'' diyerek bölmesi sevdiğim esprilerinin en üstünde yer alır. Cenk-Erdem için söylenen en ilginç tanımlardan biri de 21.yüzyılın filozofları olarak görülmeleridir. Ama onlar hiç bişey icat etmediler diyenlere cevap; Zaten filozoflar pek bişey icat etmezler..Bişey icat edenlere bilim adamı denir demek gerekir. Kendilerini tebrik ediyor, çalışmalarını merakla ve hiç bitmesin diyerekten saygıyla selamlıyoruzz..

Perşembe, Şubat 08, 2007

incir yer misin?


Hoş bir çalışma olmuş..

Adam Richard Sandler


1966 doğumlu ve 1.75 cm olan Adam Richard Sandler doğuştan komik doğmuş gibi.. Komedyenliğine Saturday Night Live ile başlayan Adam Sandler hakkında yazacak çok fazla şeyim yok.. Kendisinin çoğu filmini izledim, gerizekalı-sevimli arasında gidip gelen karekterleri var. Sucu da bunlardan biriydi. Kendisi ile ilgimizi çekecek ayrıntılardan birisi çoğu filmindeki başroldeki kadın oyuncuların isimlerinin başharfleri V ile başlıyormuş. Onun dışında bi ara Alicia Silverstone ile çıkmış. Kendisini alkışlıyoruz...

varolmanın dayanılmaz hafifliği


Deja Vu..

Bi yerde, ya da bi anda ya da bir zamanda aynı şeyi yeniden yaşadığını, yeniden duyduğunu ya da yeniden gördüğünü zannetmek.. Halk arasındaki tanımı bu olsa gerek..deja-daha önceden, voir-görmek anlamındadır.. Bilimsel olarak açıklanan bir tanımında, sağ lob ile sol lobun farklı zamanda çalışmasından kaynaklandığı yazıyor. Zaman farkı dediğim milisaniye.. Sağ lob bi olayı görmüş oluyor, ama aradaki milisaniye farkı kadar sol lob daha sonra görüyor.. Bu da beynimizin, aaa ben bunu daha önce yaşamıştım demesine yol açıyor.. Daha ilginci deja vu'nun bir zıttı olması.. Buna da jamais-vu deniyor imiş.. Bu deja vu dan çok daha ilgi çekici ve karmaşık.. Yaşanmış bir olayın yaşanmamış olduğunu hissetme..Tanık yoksa problem yok gibi geldi bana.. Benim dalga geçmemden çok daha önemli bi rahatsızlık olduğu kesin.. Bununla ilgili bir film var.. Adam Sandler ve Drew Brymr(Soyadı zor) oynuyor.50 First Dates.. Kız jamis-vu olmuş, Adam kızdan hoşlanır, günler çok güzel geçer ama bir ertesi gün kız oğlanı tanımaz ve macera sürüp gider.. Eğlenceli bir film gerçekten de..