Salı, Aralık 29, 2009

Sarkozy ve Obama Birleşkesi,,çok ayıpp ..


Eh Sarkozy öyle bir gülmüşsün ki,, ben de bir Carla Bruni var ,hahaha sende yok tabi Obama bakarsın öyleee der gibisin...bilemedim.
Sana da yazıklar olsun Obama!!! shame on you!!!,,yazık diil mi siyahi güzel karına, beyaz sarayda yolunu gözlüyor..hey allam..

Perşembe, Aralık 24, 2009

bu bir denemedir

Google&Blogger bir olmuslar, blog sayfanfa login olmadan google'dan gonderi atabiliyorsun. Muthis bisey , haddimize degil ama tebrikler demekte fayda var..hı bi de türkçe karekter kullanmamak gerekiyor..

Salı, Aralık 22, 2009

söyleyelim...



Jack, o sigarayı denize atmadığını söyle bana...demem çok saçma olurdu..


Bak bodysurf yakışmış, takdir ettim şimdi,,ama sigarayı attıysan yediğin en son balığın totosundan çıksın demeyi bir borç bilirim..


Cumartesi, Eylül 05, 2009

Into the Wild


''happiness is real when it's shared"...
Filmi izlediğinizde gerçekten bikaç saat kendinize gelemiyorsunuz,uyuyorsunuz ve sonra sabah bir yandan güneş sizi uyandırmakta ısrar etse de siz yorganı başınızdan çekip,bu filmi düşünmek istiyorsunuz..Filmin yapıtaşları, bir kitap, bir yazar ve Sean Penn öncelikle..Joan Krakauer adlı yazarın Christopher Mccandless'ın gerçek hikayesini anlattığı kitabı Sean Penn'in okumasıyla işte bu film ortaya çıkıyor. Filmin müziklerini Eddie Wedder yapmış, aynı zamanda Pearl Jam'in solisti ve bu film için özel olarak çalışarak harika bir soundtrack çıkarmış.Filmin muhteşem müziklerini buradan dinleyebilirsiniz..
Filmin başrol oyuncusu Emile Hirsch, oyunculuğu bence gayet başarılı ve oynadığı karektere dingin ve aslında yaptığı şeyi çok inanarak yaptığını hissettiren bir portre çiziyor. Üniversiteden mezun olduktan sonra, yani ailesinin ve toplumun ondan beklediği gibi görevini yerine getirip herşeyden uzağa gitmek için yola çıkıyor. Film tamamen bir yol hikayesi aslında, üzerinden geçtiği yolların yanı sıra kendi içine yaptığı yolculuğa da tanık oluyoruz ve onunla birlikte film aslında kendi içimize de uzun bir yolculuğa çıkarıyor bizi..Yolculuk boyunca yaşadıkları, asıl yapmak istedikleri ve yalnızlığın insanı toplumdan uzaklaştırmasından çok kendinden uzaklaştırmasının verdiği mutsuzluk filmin sonunda yüzümüze çarpıyor..Filmin görüntülerinden, o muhteşem cografyadan ya da filmin fotografik yanından bahsetmek ise az kalır, okuduğum çoğu sinema eleştirisinde Sean Penn'in filminin başarısız olduğu söyleniyor, coğrafyayı harcadığı ya da filmi chapter'lara bölmesinin seyirciyi aptal yerine koyduğundan bahsediliyor..Filmi o muhteşem cografyada anlatmak istedikleriyle çok güzel örtüştürdüğünü düşünüyorum...Zorlu yolculuklardan sonra hayatına giren insanların gerçek hayatları ve karekterlerse filme ayrı bir renk katıyor zaten, yani coğrafya her açıdan rengarenk..Tanıştığı hippi çiftteki kadına yakınlığı, ve ölmek üzere olan yaşlı adamı tepeye çıkarırken hissettikleri, filmin sonunda aslında neden geri dönmek istediğinin her izleyicinin kafasında farklı anlamlar yüklediği mutlaka izlenmesi gereken bir film.. Bir kere kalın bir kitabı bitirmiş kadar oluyorsunuz..Filmin sonundaki cümleyi blog'un başına yazmıştım,mutluluk paylaşıldıkça gerçektir..yoksa felaketler paylaşıldıkça katlanılabilir midir aslında demek istediği ? filmin sonundaki pişmanlığı mutlu olmadığın bir toplumla yaşamak istememek mi, yoksa mutlu olacağın bir toplum yaratabilmek mi? Ben de bu filmin güzel anısı için bu hafta sitedeki yuttub köşemi eddie vedder müzikleriyle süslüyorum..
Filmin internet sitesi ve muhteşem fotografları için buraya...

Perşembe, Eylül 03, 2009

i'm not Superman!!

Supermen halkın kahramanıydı,.. örümcek adam gibi, kostümünün içine kaslı gösterecek başka kıyafet giymezdi,.. taşı sıkıp elmas yapardı,.. sevdiği kadın için dünyayı tersine döndürürdü,..
Superman candı can...
1938 Haziran'ında, Action Comics'in ilk sayısında göründüğünde satış rekorları kırmıştı Superman ama daha önemlisi, "Süper Kahraman" ekolünü başlatan, Batman, Spider-man kapılarını açan, ideal karakterdi.

"insan mıdır" soruna ise yanıt vermek zor? acıların çocuğuydu, öksüz ve yetimdi, dünyalı bir aile tarafından bulunmasına dair görüntüler, Superman'in o çocuk halindeki -herhangi bir çocuk kadar sevimli ifadesi- kimin yüzünü güldürmemiştir ki? Her ne kadar yeni ailesi Jonathan ve Martha bundan, başlarda habersiz olsa da, dünyalı ailenin onu kabullenmesi, ayrımcılığa karşı duran bir göndermedir. Superman'la "insan" okuyucu arasındaki duygusal bağ iyice sağlamlaşsın diye, Superman her çocuk gibi yaramazlıklar yaparak büyür, okula gider, arkadaşları tarafından dışlanır bazen, mahalleden bir kız sever, kendini yavaş yavaş keşfeder.

Kaç yaşında olursa olsun, okuyucu için, hem bir bebek, çocuk, sonra genç, akran veya zamanla abi olur. Bizim gibi, üniversite sınavına girer, işe girer, ailesinden ayrılır. (en sonunda onun Superman olduğu anlanır tabii)

Tüm bu etkenler ve daha niceleri, Superman'i insanlaştırır. Klark Kent hallerinde sıradan bir insandır ve tüm "kötü" olaylardan rahatsızlık duymakta, "iyi"lik yapmak için didinmektedir. Ve zaten Superman de insan olduğuna iyice inanmıştır. Oysa superman "insan" değil, bir uzaylıdır, bunu öğrendiğinde kendisi de (okuyanlar bilirler) bunu taşıyamaz ve şizofren olur. Klark Kent, Ailesinin Klark'ı, Kripton'lu Kal-el ve arada sırada, mağarasının yalnızı olur.

Bunların yanı sıra Superman'in American idealizminin somutlaştırılmış hali olduğunu anlatmaya çalışanları anlayabilirsiniz. Göğsündeki "S"'nin bile "gerçek, adalet ve Amerikan yolu" anlamına geldiğini bilmek, bunu anlamak için yeterli sanırım.

ilk başlarda, Nietzsche'nin übermensch (nietzsche'nin darwen'den etkilenerek ortaya attığı düşünce.. şu anda maymun ile übermensch arasında bir yerde olduğumuzu düşünür kendisi. bu düşünce, ileride hitler tarafından alman ırkının übermensch iddiasıyla farklı yorumlanacaktır. )kavramından esinlenilerek yaratılan Superman karakteri, şeytani bir zekâya sahip, üstün fiziksel güçleri olan bir karakterdi. Fakat Hitler, Nietzsche'nin Superman'ini saptırarak devam etmeye kalkınca, Superman'in yaratıcıları, Superman konseptini tekrardan düşünmeye karar vermişler. Artık Superman "iyiliğe adanmış" bir karakterdi. America II. dünya savaşına girip de, Japon'lar Pearl Harbour'a saldırdıklarında, Superman çizgi roman sayfalarında Amerika'nın düşmanlarına karşı savaş veriyor, Nazi'leri yerden yere vuruyor, Japon denizaltılarını batırıyordu. Hatta, 1944'teki bir sayısında Superman'i Hitler ve Tojo'yu boğazlarından yakalamış halde görebilirmişsiniz.

Superman'den başka kim dünyayı tersine çevirerek, aşkı için zamanı geriye alabilmiş ve bizlere böyle bir umut verebilmiştir ki, Kripton taşı karşısında güçsüz düştüğünde, bir hal çaresi bularak durumdan kurtulmasıyla bize gayretin gücünü aşılayan da Superman değil midir, "hep iyiler kazanır"ı da, bizleri ağlatarak öldüğünde Superman çürütmemiş midir ? Küçükken çarşafları sırtıma dolayarak pelerin yapardım hep, evet iyi olmak isterdim, düşman da olsa bir insanı öldürmek yerine uçmak, herkese yardım etmek isterdim. Bu yapabildiklerimin yanında da en az onun kadar alçak gönüllü olabilmek ve aynı zamanda aptal bi gazeteci ayağına da yatabilmek isterdim.

Maceralar çok, Superman eski; konu uzun. Superman'i çok severim, sevmeyene şüpheyle bakarım.

Son olarak bir de "süpermeeeeen" yazasım gelmişti..

Salı, Ağustos 18, 2009

happiness



There is no way to happiness, happiness is the way ...

Pazar, Nisan 26, 2009

waves and sun, before and after..


hayatın;

Before Sunrise olması muhtemel..
Before Sunset olma ihtimali de var...
Breakfast at Tiffany's olması ise imkansız değil..

Pazar, Şubat 01, 2009

day and night, earth and sky....



Hayat ;

Before Sunrise diil...
Before Sunset hiç diil..
Breakfast at Tiffany's olması ise imkansız ....!