Cuma, Ekim 18, 2013

Guşlar...

üff çok oldu yazmayalı.

Bir insan blog tutup, bloglarını okuyup da yazmaz mı? Yazmaz..

Ne bilim hayat 2008'den beri sanki çok daha hızlı akıyor, 2009'dan beri yaza giriyorum bir anda kış geliyor, 2011'lerden beri ya ne zaman 2 yıl oldu bu eve taşınalı şeklinde sanrılar geçiriyorum ki 2013'e geldik işte ve bitiyor bile o da..Bağlaçlar arasında ve bir zaman tekerlemesi içinde yuvarlanmaktaydı...

Dedim ki otur başına yazarsın ki öyle oluyor gerçekten.. Yazmak... Yazanlar için istemsiz, nereden geldiğini anlayamadığın ve beyninden 1 nanosaniyede parmaklarının uçlarına inip, klavyede doğru harfleri bulduran adını koyamadığın bir şey.. Mecazi anlamda çok şey aradım yerine koyayım diye ama bulamadım, patlıcan bile geldi aklıma töbe..

Ya işte böyle, yazarım bir başlıyım dediğim an 6. satıra gelmişim bile, cümle kurmayı özler mi bi insan. Özlüyor arkadaşım işte..

Havalar birden dönüp, sarı yapraklar başımdan aşağı düşerken, sanki hayatımı dünyanın en iyi yönetmeni beni izliyormuş gibi yaşıyorum diyordum bugün mesela. Yani bir bisiklete binişim var, gören deli diyordur, bu ne diyordur, belki de gülüyordur arkamdan. Ama evde ya da sokakta, yürürken ya da bisiklette azıcık şarkı mırıldanıyorsam kime ne, ya da dans ediyorsam biraz da, size ne, sizden de banane... İşte o yönetmen çok gizli gizli beni izliyor, ben bisikleti sürerken yan kameradan denize bakan gülen gözlerimi, kediye bakan ayyy çok tatlı bakışlarımı, ufka bakan ve derin bir ııııhhhh çeken hallerimi çekiyor sanki. Bir gün kurgusu tamamlanmış üzere sinemalarda falan mı gösterilecek sanıyorum kendimi. Tam bir Truman Show vakası mıyım neyim?

Artık uzun yazılar okunmuyor biliyorum, bir Ayşe Arman falan hala ve israrla öyle çarşaf çarşaf röportaj yayınlıyor, bir şeyler anlatiyor.

Yapraklar sarı sarı başımdan düşerken mutlu oluyorum yine Volume II, sanki yönetmenim yeni bir sahne çekiyor gibi.. Rüzgar wuuuuuhhhhuuuu diye ses çıkartırken ellerimi çeneme dayayıp camdan görebildiğim en uzak yere bakma triplerinde buluyorum kendimi. Bunlar hep can sıkıntısı.. Hayvan sevmek iyi geliyor böyle zamanlarda, kedi , köpek, artık kuş falan ne bulursanız. Kuşlar sevdirmiyor ama en son Kadıköy'de bir hastanenin bahçesindeki kuşlar, kahvaltıma çok büyük dadanmış, ufaladığım ekmek parçasına vampir gibi uçuşmuşlardı. Benden 1000 kat küçük serçeden bile ödüm kopmuştu. Aç olan her canlı biraz ürkütücü sanırım. Karnı doymuş tüm canlılara sevgim sonsuz diyerek konuyu kapatalım, kan şekerleri hiç düşmesin allam.

bişi söyliim mi çok haklılar...