Cuma, Mart 23, 2007

lipton'un reklam müziği

Lipton'un bilmem kaç çeşit çay reklamının müziğini tam olarak işte bu arkadaşlar yapmışlar. Hani hoş bir bayyan sesin; lala-lala-lalala-lalaaaa diye söylediği. Bu arkadaşların web siteleri şu . Kendileri Norveç milletinden olup, o naif şarkının şu arkadaşlardan çıkmasına şaşırdım desem yalan olmaz. Onun dışında gayet kudurtucu bir yanları da var o belli..

Perşembe, Mart 22, 2007

Yalnızlıktan hiç kaçış yok!


Yalnızlık, sosyal psikologlara göre sadece bir hissetme haliymiş... Çiko'yu ağlatan ne ise onun hislerinin(gözünden akan acı gözyaşlarının) kuvveti ile ilişkili yani..:) Bu bana göre saçma, çünkü ben yine sosyal psikologlara göre, varoluşsal yalnızlık çeken bir tipmişim. Burda kendi kendime konuşmam, ve bunu; bakın ben kendi kendimle konuşuyorum, bunu yaparken de bunu internette yapıyorum ki herkesler bilsin gibisinden yapmam, benim varoluşsal bir yalnız olduğum anlamına geliyor. Böyle bi mantık yok tabii ki! Ancak yalnızlık hissiyatı ya da depresyon gibi kavramlar başından sonuna çok ilginç geliyor..Şöyle bir düşünürsek, yalnızlık insanı komikleştiren bişey de aslında... Kişi o kadar yalnızdır ki misal, sokağa çıktığında ayakları felan burkulur, doğru düzgün yürüyemez.. Konuşmalarında seçtiği kelimeleri birbirine karıştırır, bu karşı taraftaki insanlara komik gelebilir. mi acaba? Yapılan araştırmalara göre evet, yalnızlık içinde boğulan arkadaşlarımız sokakta en çok ayak burkan arkadaşlarımızmış. Bu araştırmayı hangi milletten bilim adamlarının yaptığını tahmin etmekse zor değil, İngilizlermiş..He bundan ayrı, yalnız insan yaratıcı insandır ve tüm şairler yalnızdır diyebiliriz. ''Ya erkenden ölürler, erkenden ölmezlerse de intihar ederler''. denilmiştir.İntiharlarının sebebi depresyon değildir.Çünkü öğrendiğime göre, intihar depresyon halinde gerçekleşmezmiş.İnsan depresyondayken, kolunu bile kaldıramazmış. İntihar, depresyondan çıkıldığı an gerçekleşirmiş. İlham veren kaynak şurda.
İntihar eden şairlerden en ünlüsü diyebilirim Sylvia Plath için.. Gywneth Paltrow'un canlandırdığı, hayatının anlatıldığı film hakikaten güzeldir. Sylvia Plath'in hayatı, filmi izleyenler bilirler(kimse onlar) kendi acı hikayesini yaratmaya çalışır gibidir...8 yaşından beri intihar eder ama her seferinde kurtulur. Filmden izlediğim kadarıyla o da kendini kalabalıkta yalnız hisseder. Kendine özgü, kıskançlığı,hırsı ve kini dışında.. Kocası da şairdir ve kocasıyla şiir yarıştırır. 8 yaşında intihar etmesinin sebebi, şiir sınıfına kabul edilmemesiymiş mesela.. Aynı zamanda sorumluluk sahibi bir kişi olarak, intihar ederken, yan odada uyuyan çocuklarının başına kurabiye ve süt koyar, kapılarının altına da gaz sızmasın diye bez tıkar, mutfaktaki fırının içine kafasını sokarak orada ölür. Filmi şiddetle tavsiye ediyorum..Hani sizi depresyona sokan şarkılar, filmler, kitaplar ve şiirler vardır ya..Kısa bi liste yapıverirsek; Kitap:Okyanustaki Krallar ,Albüm: Kesmeşeker ,Film:Oğul Odası ..v.b gibileri... Kendine acı çektirmeye alışmışsan yalnız olmuşsun demektir. Kendine acı çektiriyor ama acı çekmiyorsan yalnızsın demektir. Bir başkası sana hala acı çektiriyorsa canına kıyacak kadar yalnız değilsin demektir. Yalnızlığını anlatmaya çalışmak ve bunu kimsenin anlamaması yalnızlığın has hali, kuş konmamış, balta girmemiş ormanıdır.
-Ve yukarıda yazılanların çoğu, en az yazıda bahsi geçenler kadar yalnız bir insan tarafından uydurulmuştur. Boşuna dememiştim yalnız insanlar yaratıcı olurlar diye..

Pazartesi, Mart 19, 2007

The Story Of Us




İki insanın birbirine aşık olma nedenlerini sorguladıkları mükemmel bir film. Tabii 1959 doğumlu ve aynı zamanda 1.75 cm olan Michelle Pfeifer de filmi mükemmel kılan kişi bana göre.. David Addison ise diğer bir unsur tabii,ama bence, Bruce Wilis yanına sadece sarışın kadın konulduğunda iyi görünen bir aktör gibi sanki.. Neyse filme dönersek, Michelle ayrıntılara önem veren ve düz mantık kolay ve normal bir kadın, Bruce ise hayatı hafife alan, inanılmaz komik ve eğlenceli birisi.. Filmin ana teması ise Bruce'un hayata pempe gözlüklerle bakmasının artık Michelle'e, Michell'in de olaylara basit bakış açısının Bruce'a çekilmez geldiği.. Buna Yunancada ''paradoks'' deniyor.. Önemli bir nokta olmasının dışında, acı da...Filmi sedece bir kere sinemada izledim, hakikaten insanı üzen bir tarafı vardı. Bir diğer güzel şey filmin sountrack albümü.. Eric Clapton 'ın müziklerini yaptığı albüm de süper. Albümü o zamanlar Sempre 'de dinlerdik, hatta yemek yiyen bi müşteri bu şarkıyı siz çaldıkça ben burdan kalkmam demişti. Bahsi geçen şarkı ''I'm sorry'' ..Filmin en iyi taraflarından birisi de, çok yavaş ilerliyor olması ve doya doya ilişki irdeletmesi.. Hımm , haah işte aynı ben felan gibi:) Kısacası bu film güzel.