Salı, Temmuz 27, 2010

Bali, Veli Kırk Dokuz Ellii..


tatile çıkarken pek mutlu ayrılan insan modeli..

26 haziran

Yeni defter, boş sayfa, mis gibi..hep ilk sayfaya yazdığım yazılar nedense çirkin oluyor, kargacık burgacık,beceriksizliktendir diye geçiştirdim...İstanbul-Denpasar, Dubai ve Singapur aktarmalarıyla birlikte 15 saat sürecek uçak yolculuğu başladı. Havaalanlarını seviyorum, havalı sonuçta..En çok da uçağımdan bin saat önce gidip ilk check-in yaptıranlardan olmaya bayılıyorum, çok yürüdüm ama contuar çok uzaktı, neye göre uzaktı desem ne diyceksin peki çit...neyse tartışmayalım, izlenecek bir sürü film var, seçip izlemek istiyorum. Bu uçakta genelde balayına çıkmış ve genelde balayına çıkmamış olsalar da çiftler var. Bu kadar çift olması çok sıkıcı bence, benim yanıma da halis mulis Türk bir çift oturdu, ben çoktan oturmuş beklerken bunlar bi harala gürele geldiler, çocuk kıza çıkışıyordu, biletini gösterdin mi diye, kız da buna çemkirdi. Bi huzursuzlukla oturdular, ne gıcık bişey be dedim. Seyehate çıkmışsın, bırak Bali’ye gitmek, seyehate çıkmak bile çok heyecanlıyken, böyle başlaması çok saçma değil mi ya..Ne gerek var abi, gerizekalı mısınız, neyin gerginliği bu. Bence genelde çiftlerin yaşadığı şöyle bi problem var, bu bir uçak bile olsa, farklı ortamlara girdiler mi bu çift denen şeyler bir geriliyor. Efendim kız geriliyor, kaprisli oluyor, kıskanç oluyor, saçma sepet tripler, erkek desen zaten kafası başka türlü çalışan, alet kullanabilen bir hayvan olduğu için, ki artık hayvanlar da alet kullanabiliyor, bilemiyorum..Çiftler birbirini anlamıyor, kaprisli kızlar ve hanzo oğlanlar birarada pek yakışık almıyor. Oh be, ne güzel ben dışarıdan bakıyorum herşeye ve şöyle bi çıkçıklayıp kafamı iki yana sallama özgürlüğüm var. Baya bi şanslıyım..Neyse barıştılar onlar da zaten, öpüştüler barıştılar. İnsan bi selam da vermez mi ya, şöyle bi gülümsedim en azından iyi yolculuklar diledim ben yine.. Sonra bunlar rahat edemediler, kız ortaya yanıma oturdu, kıçını bana döndü, sonra baktılar bi 3 kişilik boş yer var, hostesten rica ettiler oraya geçtiler. Otobüs mü burası ama..Kaza olursa, kimliğinizi nasıl tespit edeceğiz endişesi içimi hafiften kemirdi.. Gittiler..Ooooh koca üçlü koltuk bana kaldı hissine geçmem hiç zor olmadı o endişeden, insanoğlu nankör.


Filmlerden film beğendim, çok da güzel oldu. Alman yapımı bir film izledim, çoook tatlı bir filmdi. Adı Friendship, iki Alman çocuk kısa film çekiyorlar, amaçları Almanya’dan kalkıp Los Angelas’a gitmek. Seyahatlerini anlatan eğlenceli bi film işte, ondan sonra Valentine Days’i izlemek gibi bi hatada bulundum, sıkıldım kapattım zaten. Ashton olmasa o kadar da seyretmezdim ama hep aynı şey kardeşim bu Amerikan romantik komedileri de..Bir kesim var bunu hiç beceremiyor orda, bir kısım da gayet beceriyor sanki.

Müzik dinlemek istiyorum biraz da..ben hep kulağımda kulaklıktan gelen müzikle yazı yazarım, eğer müzik dışarıdan falan geliyorsa öyle çok yazamam, imtina ederim..iyi bişi bence.Şu benim buluşu bi bilim adamı alsa, labratuvarında biraz deneme yapsa, o sevimsiz geçirilen pazartesileri her gün tatile dönüştürmeye hevesli ofis tozu yutmuş birini bulmam lazım. Seyahette düşünülmesi yasak olan tek şey, iş...


Uçak uçmaya devam ediyor. Bi film daha izledim.Sonra Beatles dinledim biraz, açmadı, uyuya kaldım öyle, beyaz sweeetshirtüm, gözümde gözlüğüm, mavi battaniye ve singapur airlines çoraplarımla. Hostesler ne kadar güzel yerebbim, çok da iyiler, bazen fazlasıyla insan sevdiğimi düşünüyorum. Güzel haber, bundan insanların haberi olmuyor allahtan..


27 Haziran//

Uçak sonunda Denpasar’a indi, bir an evvel şu pasaport kontrolü bitsin istiyordum. 1 saat sırada bekledim. Etrafımı oldukça izleme vaktim oldu, insanlar gayet çoluk çocuk gelmiş Bali’ye, pek yalnız seyehat edene rastlamadım şimdilik, hadi hayırlısı.. Sonunda sıra bana geldi, memurla konuşmamızın 2.dakikası tamam dedim, buranın halkı yılışık, sıçtın sen. Adam evli misin dedi, hayır dedim. Sonra erkek arkadaşın var mı dedi, ulan sana ne bee.. Yalnız mı geldin, nerde kalıcaksın, kalıcak yerin yoksa bana gel falan. Oha çüş!!! Nazik olmaya çalıştım bi sorun çıkmasın diye ama beni 45 dakika oyaladı orda.. fingirdeşicek diye, sormadığı soru, atmadığı takla kalmadı herifin. Hayvaaaaannn..neyse bastı sonunda 90 günü..eşşşeek..




Masa inn’deyim , otel ne güzel ama yaa, ne kadar da ucuz ama yaa, ne kadar da insanlar iyi, güleryüzlü ve ne kadar kalabalık burası ,,herkes ne kadar arkadaş canlısı.. çok sevdim ilk günden burayı been...Odaya yerleştim, sadece ve sadece 25 $, kahvaltı dahil, kahvaltı mükemmel, yumurta, meyve salatası, peynirli jaffle..Uff çok güzel..

 Otelin bahçesi çok güzel, o yüzden napıyo be bu mallar çıkıp etrafı gezseler ya diyemedim bu sefer turistlere, kitabını alan havuz başında.. Yine de bana daral geliyor, sıkılırım ben. Uyumadan önce kitap okumak gibisi yok, yolda da öyle.. Neyse, yan odamda Fransız bi çocuk var. Adı John , o da yalnız seyehat ediyormuş, 20 gündür Bali,Lombok,Gili civarlarında geziyormuş, ülkesinde biraz orda burda çalışıp sonra sürekli geziyormuş, burdan da Avusturalya’ya gidicekmiş, yarın kumsalda board kiralarken haber ver dedi, kaliteleri kötüymüş ve lokaller senin peşini bırakmaz tikat ol dedi, kıllandım, ama anladım sonra John’un ne demek istediğini, hakikaten yapışıklar..Türkiye’den gelmeme çok şaşırdı, ismimi söyleyemedi bi de.. ben sahile gittim akşam güneşin batışı için..çok kalabalıktı, burda çocuklar çok mutlu, çok yaramazlar, çok tatlılar, küçük çocuk kaynıyordu plaj, çok da kalabalıktı. Anna ile tanıştım orda, Anna da bi arkadaşıyla gelmiş Bali’ye, Alman , çok tatlı bi kız, voleybol oynadık, gitar çalan lokallerle kanki olmuş sanırım, onların yanında oturduk, o hoşlanıyor mu bilmiyorum ama lokaller çok asılıyorlar ya, sevmedim..Asılmayın ulan !! Neyse Anna ile akşam için sözleştik, maç seyredicez. Dünya Kupası , keşke biz de katılsaydık, çok özendim ülkelerini destekleyen turistlere..


Anna geldi,maç izledik, çok eğlendik, Kuta’nın çok farklı bir ortamı var, herkesle her an herşeyin sohbetini yaparken bulabilirsin kendini. Herkes nerden geldiğimi soruyor ve ismim onlara çok değişik geliyor. İsminin söylenememesi güzel bişey değilmiş. Turkey diyorlar bana,napalım.. sonra otelimize döndük, John bi sürü insanı toplamış, gitar falan çalıyorlardı, ben de dinledim biraz. Eleni diye bi kız var, Jakarta’lı, ne güzel sesi var, yesterday’i söylüyor çok iyi. Yarın sahilde belki görüşücez. Çok değişik hikayeler var, çok değişik insanlar, bu kadar insan çok mu acaba diyorum bazen. Ulan sanane, çoksa sen mi doyuracaksın dedim sonra..çok yine de,çok valla. ben yarın motorsiklet kiralıycam kafama koydum. Burası yani Kuta çok güzel, sokaklar çok dar, trafik tersten akıyor ve herkesin motorsikleti var, ağırlıklı vespa tarzı.. Ana caddelerde zannedersin motorsiklet yarışı var, çok acaip. Harita önümde, turlarla değil motorsikletle gezicem ben...Her evde, her otelde ufak bir temple var, çok yetenekliler, heykeller sanki 1 milyon yıl öncesinden kalma gibi ama halbuki bikaç senelik falanmış, ben sokak olarak Popeius I ‘da kalıyorum. TJ’s Mexican Restorantının hemen solundan giriyorsun, eski bir tapınağın karşısında, ama kapısı kilitli. Sokaklarda kızlar sürekli masaaaj diye bağırıyor, herkes çok iyi ingilizce konuşuyor, five yerine pipe diyorlar çok komik.piptiin dolar oanlaşmada zorluk yaşamıyorsun, ve inanılmaz ucuz. Pringles 1 dolar, daha ne isterim ki..


 28 Haziran

Sahildeydim bütün gün, kumsal tam bir şölen.. Lokalller, turistler, Avusturalyalılar, onları ayrı yazıyorum, ayrılar çünkü..Ne güzel insanlarmış bunlar böyle kardeşim dedirten cinsten. Su o kadar kalabalık ki, line up da beklemek bile bi iş yani.. Bikaç dalga yakaladım, Kuta beginnerların en güzel sörf yapabildiği bölgeymiş, 4 yaşında çocuklar falan önünden pırr gibi geçiyor, bütün gün suda kavrulmuşum güneşten. Sırtıma el yordamıyla Jojoba sürmeye çalıştım, çok acıyor. Ateşim de çıktı, kendimi direk hasta hissediyorum, ilaçlarımı da bulamadım çantada, komşulara sormaya karar verdim, çıktım iki kapı yanımda bi grup oturuyordu, gittim yanlarına i got fever yaa dedim, çok ilgilendiler saolsunlar, Avusturalya’dan gelmişler, ilacınız var mı dedim, getirdiler, bilmediğim bişey ama içicem yine de, kotu bişey olur mu lan diye bikaç saniye düşündüm ama temiz insanlar ya diyip aldım ilacı..Bu kadar sörf yetti bana, gezilecek cok fazla yer var. Zaten Uluwatu ve Padang Padang’e gittiğimde gerçek büyük dalgaları izliycem sonunda. Rotam şu; Ubud , yani Bali’nin batı kısmını gezicem, Bedülü köyü, monkey forrest, goha gaja mağarası, yolda da önüme ne çıkarsa plan bu.


 Nihayetinde sörfçüler de vardı...                                          İncik, boncuk alışverişi..

Küçük şeyler sevindirir, ru-hu-mu...mor ve ötesi seviceğim de hiç aklıma gelmezdi..uykusuzda okudum aşk-ı memnu kritiği yapmışlar, çok komik ya..Hilmi Önal’ın oğlu  Nihat’ın insan olmayıp tarot kartı olduğu ortaya çıktı yazmışlar..oyyy çok güldüm..

Padan Padang, yaktın beni..

Sonunda gerçek sörfçüleri canlı izledim ve tüpe giren canlı insan gördüm. Özellikle Uluwatu'da dalgalar çok büyük ve benim suya girmem falan zaten imkansız, çocuklar o kadar pro kıvamındaki, dalgalar baya bi açıkta kırılıyor,oraya yüzmek bile bi olayken, dalga yakalamak, sürmek,tüp v.s  gözüm doydu. Uluwatu'da yutkunmam geçtikten hemen sonra Padang Padang'e bakalım bi de dedim. Orası daha bi dişime göre geldi, daracacık merdivenlerden iniyorsunuz sahile, tapınakla birlikte, doğa zaten muhteşem, suyun rengi cam göbeği kocaman..Aldım bordu , burda da açıkta kırılıyor dalgalar, baya bi yüzmeniz gerekiyor. Line up yine kalabalıktı ve ben burda yaparım bişiler cesaretiyle bir kaç dalga yakalamaya çalıştım ama aldım ağzımın payını. Bir kaç dalgada düştüm, bi tanesinde tam yakalamıştım tepesinden düştüm, orda boynum çok acıdı ve çıktığımda bikinimin üst parçası yoktu. gerisini anlatmak pek işime gelmiyor..En son kendime sörf senin neyine beaaa diye çemkiriyordum..Geçti gitti, saygı duydum gerçek sörfçülere..Avusturalyalı sörfçü Tom Cocks ile de ayaküzeri hemen bir röportaj gerçekleştirdim, şu araştırmacı ruhumla, yakında toparlarım..Bi de motorsiklette ayak bileğim yandı bugün..( fotograflar kötü evet)







Bi gün.....Wales gerçeği..



Ateşim düştü, daha iyiyim bugün. Bi milyon tane rüya gördüm gece, motoru yarına bıraktım. Suda lokaller çok eğleniyolar, turistler lokaller hepimiz bir aradayız, yanından yüzerek geçen herkes bi gülümseyip selam veriyor, ben hayatımda bu kadar flörtıbıl bi ülke görmedim...Sahilde yürüyüşe çıkıyorsun, bimilyon iltifat, çok değişik bi yer..Sahilde bugün Eleni ve John ile beraberdim. Eleni John’a gitar çalmayı gösterdi ben de videoya çektim ikisini. Bi de Wales’den Willy ile tanıştık, elinde bişey çeviriyordu, ben bakarken denemek ister misin dedi, board kiralamak istiyormuş, ben dedim ki, sen al benim bordu git takıl ben de senin oyuncağı çevirmeye çalışayım. Çocuk minminnettar denize koştu, ben de çevirmeye çalıştım ipleri, çok zor oldu. Bikaç küçük çocuk oturdular önüme beni izliyolar, çok şekerdi. Eleni fotograflarımızı çekmiş, güzel olmuşlar. 



Will geldi, nerelesin sen dedim Wales dedi, ben anlamadım, where!!! dedim yine Wales dedi, no Where? Where? dedim.. Walllesss diye bağırdı , sonra John, Wales İngiltere’de bi yer sanırım dedi, ben hııı derken Will ‘’no, Wales is not in England,pleaaseee’’ dedi hafif bozuk atarak..Bi Fransız bi Türk cografyadan çok fena çaktık bi İngiliz’in önünde, meğersem Wales’liler kendilerini İngilizden saymazmış...Karşıyaka İzmir gibi, hiç sevmem..gereksiz..

Bir yere bağlı kalmanın hayatta sana neler kaçırttığını düşündüm, ofiste oturarak bütün bir yıl boyunca Kuta’da bir plajda denizde olmayı, sokakta bordları satan dükkanın yanındaki papağanı, dünyanın envai çeşit yerinden insanla sohbet etmeyi falan hep bunları kaçırıyorsun. Bu çok can sıkıcı geldi bana..Sonra hemen telaşsiz bir muhakeme yaptım.. Öyle geçti gitti.


 Brezilya oynayamadı abi ya

Brezilya – Hollanda maçında talihsiz anlar yaşadık, Adam, Delphine, Frederic hep beraber maçı izliyoruz, hiç bu kadar yakından yani televizyondan değil de yanı başımda, başka ülke taraftarı görmemiştim, kendimi Güney Afrika’da hissettim.Bu bana çok iyi bişiymiş gibi geldi....  Buraya Hollandalılar çok geliyor, zaten Bali’nin eski tarihinde de bir dönem Hollandalıların himayesi altında kalmış bu nacizane memleket, gavurlar bi zamanlar buralar taa şuraya kadar bizimmiş lan demek için geliyolardır. Elini sallasan Hollandalıya çarpıyorsun, iyi insanlar çok, keza Fransızlar, onlardan da çok var, onlar da iyi. İngiliz kesimini ve insanları hep sevdim, herkes sevmiyor, burunları büyük diyor, valla bana hiç öyle denk gelmedi, eğlenceli, samimi insanlar bence. Konudan konuya atladım yine, taraftar diyordum, Hollandalı turistlerin hepsi turuncu giymiş, kafada bonuslar, formalar, baya da bi hazırlıklıklı gelmişler.. Sokaklar insan dolu, maçı izleyeceğimiz yere geldik, çok kalabalık, restorantın adı Swell..Herkes herkese bi laf atıyor, konuşmalar, gülüşmeler, ortam film gibiydi..Biz böyle arkada dikiliyoruz biraz, önümüzde ateşli Hollandalı taraftarlar, aman nasıl bağırmak nasıl bağırmak..Erkekler heryerde aynı dedirten cinsten, eğlenceli ama, maçı değil taraftarı izleyerek fark yarattım ben de, teblikley..Neyse bu taraftarlardan biri her Hollanda atağında bana dönüp, hobaaa nası koyduk diye kol gösteriyor. ben de noluyo yaa, ne alaka gibisinden bi hareket yaptım, im not Brezilian, im Turkish gayet dedim, özür dilerken helak oldu denyo.. Bali’de Türkün olmadığı bi yerde Brezilyalı zannedilmek.. değişik..tecrübe edilesi..



Odamdayım, pek keyfim yerinde..Burda kimseyle Türkçe konuşmadım, yani annemle mesajlaştım , bi kere de kardeşim mesaj attı.. yani ağzımdan ses tonunda Türkçe bişey çıkmadı yani, düşünceler Türkçe o ayrı tabi.. komik oluyorum bazen kendime de..Misal, çocukken her gördüğümü tutturma huyum hala devam ediyor, artık içimden. Al sana motor işte, biraz bocaladım ilk başta ama hemen kaptım sonra. Bi mükemmel sürüşten sonra, anneee anneee bak, bana bak , bak bii yaaa diye anırmadığım kaldı like when i was a little girl..


in to the mind (Bu kısmın Bali tatili ile tek ilgisi orda yazılmış olmasıdır, balkonda falan..)

Ağır abi bir kurbağa ile tanışmış olmanın keyfi ve caddede karşıdan karşıya geçmeye çalışan ve ölmeye çok yakın olduğunu sanki bilir gibi arabaların geçmesini bekleyen o yengeç...Hayvanlar bazen çok savunmasız geliyor bana, bi de sessizler ya , biz duyamıyoruz en azından, değişik psikolojideler, algıları v.s, hele böcekler. peçetesiz. kaptan mağara adamı geldi aklıma. Ama böyle deftere yazmak, sonra onları bilgisayara atmak çok zor oluyor, yazarlık bünyem ciddi hasar görüyor, şu apple mapple, küçük bişey almaya karar verdim, sırf yazı yazmak için apple mı oluyor acaba..Dönünce araştırıcam, hangisinden alınıyorsa alıyım, deftere olmuyor artık, hangi çağdasın kuzum dedim kendime kızdım. Nerden geldim ben buraya yine..Öyle karışıyorsa konular, bullet koysam mı diye düşündüm. Karışık oluyor böyle, bi ordan bi burdan..Bullet bullet yazarım, he bak yine atlıyoruz. Çünkü, aklıma bizim ofiste ağza sakız olan şeyler gelmeye başladı, işte ben bunlara uyuz oluyorum. Şöyle de diyebiliriz, tatildeyken işinizden nefret etmenizi sağlayan 3 cümle .. bak bu kitap da çığır açar..ceo’lar beni topa tutar, aha da be bu kız gayet yaratıcı diyip yeni bir iş teklifi de alabilirim. Ya da gayet ve muhtemelen bunlar hiç olmayacak da olabilir ,neys.. Aşağıya alalım o zaman sizi, yalnız basamakta durmayın otomatik kapı çarpar.

Olay toplantı odasında geçer :,Etrafında takım elbiseli,saçları jöleli, gömlekleri kol düğmeli, kocaman saatleri ve black berry lerili adamlar ile  saçları fönlü, neredeyse hepsi gözlüklü, topuklu ayakkabıları ve kırmızı ojeleriyle kadınların olduğu bir oda bu.. (hemcinslerime torpil geçtim..) Konuların üzerinden geçilirken, kalın dudaklı hatun, kilosundan fazla giydiği darcacık , sıkıcacık gömleğiyle beraber konuşur;’’ ama bunları bullet bullet sıralayalım lütfeaannn.. ‘’ pardon me? Off, sen bi bitsene be kadın!!!

 Günün sonunda kelimesinin kullanıldığı yerden kaç.. Bu 2 kelimeyi ancak müdürler söyleyebilir, sen söylüyorsan herkes sana hass.tir der gibi bakar, üzülürsün. Deme hiç, çok kopi peyst zaten..ne o öyle ‘’günün sonunda geldiğimiz nokta yine aynı ama çiğdemcim’’.. aa öyle mi, peki,,fuck!!

As you wish...Bu kalıbı da müdürlerine yalakalık etmek isteyen pipi tipler kullanır valla ben ancak bunu kek kalıbı olarak kullanırım.. as you wish diyenin pipisini keserim, dağılın..

Random seçelim...buna pek uyuz olmuyorum, kabul edilebilir şekilde kullanıldığında sevimli olabiliyor, yarı ingilizce türkçe,,peki seçelim hocamm. Hababam’ı özledim..

Çok var ama tadı kaçtı sanki, esprinin ayarı düştü gibi, bıraktım onun için hemen düşünmeyi, düşünmeyi derken..insan yazarken öyle çok düşünmüyor ya, beyni akıyor öyle, bunu gözümüzde canlandırırsak, böyle en basitinden beynimizden salınımlı şekilde uçan sevimli kelimecikler..Gibi...

Pura Luhur’da maymun attacks..

Pura Luhur’da maymun saldırısına uğradım, evet gün geçmiyor ki, başımıza aksi bişey gelmesin..saçımdaki tokayı yiyecek sanan maymun beyni, kafama atlamak suretiyle, 5 nanosaniyede saçımdan tokayı çekti, saçımla beraber kopardı hayvann, maymun çok büyüktü, , çığlık attım herkesin içinde ..İplemedim sonra fazla, gezmeye devam ettim, bi de çiçek toka takan tüm kızları uyardım. Bali dancer, ne güzel bişeymiş, güneş batarken tapınakta dans gösterisi vardı, tiyatro gibi bişey aslında, çok kalabalıktı, gösteri muhteşemdi. Kıyafetleri, dansları, müzikler, bi de kendi çıkardıkları sesler, o muhteşem kocaman okyanus manzarası gecesinde içimi deldi geçti o derece..



Motorla vınnnn diye giderken, lokallerin ‘’hati hati’’ diye bağırması açık söyliyeyim egomu biraz şişirdi.(hati yavaş, dikkat falan demek ama olsun ego bu, ne zaman ne için şişeceğini sen de kestiremiyorsun) Ne tatlı o Jakarta insanları, bütün aile fotograf çektirmek istiyorlar, Tanah Lot’ta tam 13 kişi fotograf çektirmek istedi, hayır kendimi ‘’Angelina Jolie’’ gibi hissettim, o da yalnız cool bi kadın sonuçta diye düşündüm, ama hemencecik ulan salak, kadının yanında Brad Pitt var, Tibet’te 7 yıl’ı izleyip , vay beee diyip 5 dakika böyle bir dona kalmıştın, duvara aval aval bakarken yakalamadın mı kendini, hatırla dedim, ıgggyyy irkildim..Hayır bu odeipus kompleksi şeysini düşündüm sonra, bu dünyada babası Brad Pitt olan var, nası olucak bu iş.. Kendine , aslında baba rol modunda bi erkek arkadaş arama içgüdüsünün sınırı nedir bu noktada.. İşte Freud’un sıçtığı an bence, ha bu tez gerçekse tam sıçış be!! Sonra bi oh çekmedin mi, oh be, ne babam Brad Pitt, ne sen Angelina.



Amerikalıları sevmiyorum, salaklar çünkü. Dünyada Maradona’yı tanımayan insanlar varmış misal. Evet kabayım, direk söylüyorum, salaksınız be!! Ya nihayetinde iyi insanlar lafım yok ama hem ben sizi gezdiğim yerlere bi daha götürücem, bi de kayboluyorsunuz orda burda.... İnsan bi tabelalara bakar, sağına soluna bakar, ve dünyanın öbür ucunda, okyanustan 200 metre yükselikte ruhani bi tapınakta, hele de senin kafan kadar maymun çit’in kafasından bi tutam saç kopardıysa bi dans gösterisine 7 dolar vermeyi düşünmezsiniz lan, ayıp be ayıp, yuh be yuh hatta... İnsanlar arasındaki farklar bazen çok belirgin olabiliyor..Dedim sıçarım sizin dolarınıza, bedava mı izliyceksiniz amk, küfür evet küfür nlmuş...ömür törpüsüymüş bu Oregon’lular, Duman’ı çok sevdiler ama, senden daha güzel diye söyleyip duruyorlar, döneyim hepsine albümden alıp göndericem. Zavallı gönlü bol Türk yüreğim benim,nolcak. İnsan mısınız lan siz, neys neys..

i-phone’un notlar kısmı çok işe yaradı. Nasıl aktım oraya, yazı yazamadığım zamanlarda, iyi oldu gayet..teknoloji bazen güzelleşebiliyor..




Yollar muhteşem, pirinç tarlaları da, yemyeşil, kat kat, burda insanlar neden bu kadar iyi diye antropologlar buraya gelip araştırma yapıyorlamış. Hakikaten iyiler, güleryüzlü,yardımsever, şakacı, böyle espri yapmalar falan, bazen suyunu çıkartıyorlar ama ben kumsalda, bana asılmayın uleyyn mesajını iyi verdim sanırım, daha saygılılar eşşekler..Hiç unutmuyorlar , hemen hey Turkey goodmorning, ben hepsini birbirine karıştırıyorum, herkes birbirine benziyor. Hala bir tane Türk’e rastlamadım ve tanıştığım insanların şaşkınlıkları artarak devam ediyor. İsmimi bi 5 defa tekrarlamaları da.. Adam’larla yemek yerken Gili adalarından bahseden birilerini duydum, İskoç çocuk Jozef dalış için Gili yerine Komodo Island’a git dedi, uzun uzadıya anlattı, yazdı çizdi. Aksanı çok komik, alt yazılı film izliyor gibiyim çocuk konuşurken...Breavehart’taki aksan gerçek İskoç aksanı değilmiş, hemen araya sıkıştırdı, milliyetçi belli..O da bir geveze, benden beter. Komodor ejderlerine takmış, gidersem git bana düşündüklerini yaz diyor sonra. Nesini yazıyım ki, ejder işte, kocaman bi sürüngen..Çok soğuklar, ürkütücüler,en fazla bu çıkar benden komodor ejderi için, ne diyim allah akıl fikir versin. Galiba ben Komodo&Flores denilen yere gidicem. Lonely Planet’ı açtım hemen, gayet de mükemmel bir yere benziyor. Dünyanın en iyi 15 dalış yerinden biriymiş bu adalar. Oraya gitmek için Bali’den uçağa biniyorsun. Pırpır, çok heyecanlı. 1 saat sürüyor, sonra Laboun Bajo adasına geliyorsun, orda konaklıyorsun. Sonra da dalış için bir acenta ile konuşucam. Ayrıca ormanda yürüyüş yapıp şu meşhur comodo dragonları da görebilicem, çok heyecanlı, safari gibi..Madagaskar’a gitmek istiyorum burdan sonra, Ya da Fiji’ye, ya da Tahiti’ye, heryere işte heryere..Bikaç güne kalmaz giderim, Bintang içtim dün akşam, buranın birası, alkol oranı da %5 ‘miş ama çabuk çarpıldım,çok keyifli,havasından mıdır nedir...Butun salak turistler Bintang tişörtü giyiyor, komikler..Yıldız kaydı dün akşam bi sürü... Süt ve çokoprens özledim.. Yalnız bişi diyim mi yemekler çok güzel, nası goreng’i çok sevdim ben. Bebek burda ördek demek. Sonra çok güzel elbiseler var, onlardan aldım bir sürü bugün. Yemekler çok ucuz, çok ucuz, burda bişey alırken pazarlık yapmaya utanır oldum artık, ulan dedim bedava mı alıcaksın, canını mı alıcaksın insanların, söyledikleri fiyata al işte çok abartı kazık atmaya çalışmıyorlarsa. Akşam yemeğin içeceğin, onden gelen aparitifin , baya bi seafood falan maximum 6-7 dolar, 10 dolar bile yapamadım dünyaları yedim. Bir de siyah pirinç pudingi ne kadar güzel bişey, sütlü..sütt..ohh sonunda..




Laboan Bajo adası

Bali’nin düney doğusunda kalan ada, Bali de bir ada, ama burda 3 milyon insan yaşarken, Laboan Bajo’da sadece 1000 kişi yaşıyor. Müslüman bir ada, Bali’de bunun etkileri hiç yok, kimse kimseye yobaz gözle bakmıyor, herkes çok rahat, sorun yok. Burda nasıl hissediliyor o yobaz bakışlar, hele de yalnızsan. Havaalanından taksiye bindim, Lonely Planet’ta  Gardenia ‘da kalın diyordu, direk orayı söyledim. Bi de taksiye benle beraber bi lokal bindi, napıcaksın  ben seni gezdireyim diyor , yok diyorum anlamıyor, aldık başımıza bi bela..taksiciye soru soruyorum, bugün turlar bitti mi vs, hemen atlıyor, bitti ama ben sana ayarlarım. Ya sen bi sus, yok anlamadı hiç gerizekalı. Taksiden indim, direk Gardenia’ya çıktım, peşimden geliyor, kaba olmak istemedim ama en sonunda please, leave me alone!!  Çok güzel bi yer, ormanın içinde bi sürü bungalow var, bi sürü benim gibi seyehat eden insan. Sevdim burayı. Burası da ucuz 150.000 rupi, yani 15 dolar, kahvaltı dahil. Okyanusa nazır bi bungalowdayım, yatak da kocaman, miss..biraz balkonda oturdum, sonra çıktım şu dalış merkezine gittim, Lonely Planet’ta ya Bajo Divers diyordu bunu lokaller işletiyor, ya da komodo crusies bunu İngilizler...Komodo daha kaliteli geldi bana, biraz daha pahalı ama memnun kalıcam eminim. 1,700.000 rupi, zenginim çok.. 170 dolar yaniJ akşam yemeği,sabah kahvaltısı, öğle yemeği, tüm içecekler free, 5 dalış, ekipmanlar v.s.. Tamam dedim, yarın tekneye gidiyorum, bunu halletim. Burda 3 günüm var o yüzden, şu ormana gidip, komodor ejderleri milli parkında bi yürüyüş yapmak istedim ama bütün turlar gitmiş. Yalnız kalmışım, burda insan yok zaten, insanlar ya dalışta ya da turdalar etrafı geziyorlar. E tamam dedim, sordum nasıl gidilir, dediler milli park başka bir adada, deniz aşırı 2 saat yol sürüyor. Bi tane çocuk rehber yanıma, ufak bi takayla açıldık denize..İşte burası yalnızlığın doruk noktasıydı benim için.Bu yalnızlığı yaşamak için de 60 dolar verdim. Güneş tepede mi tepede, motor sesinden başka çıt yok. ben böyle bi kaldım, sıkıcı bi kısa filmi bırak oynar gibi, izler gibiydim saatlerce..Kitap okurken, uyuya kaldım. Adaya vardık, milli parkmış burası, ormanın içinde hem treeking yapıyorsun hem de komodor ejderleri maymunlar falan yanında geziyor. Çocuk rehber önümde, milli parkın rehberi arkamda geziyoruz, tatilimin en ilginç anlarından biriydi. Ortalık o kadar sessiz ki, 1 saatlik yürüyüşü seçtim, bi de 2 saatlik olan varmış. Sınırları zorlama Çit dedim, hem hava da kararıcak, vakitlice git bungalovuna, akşam yemeği için bi restorana gidersin, sonra da uyursun. Öyle gezdik, gökkuşağı çıktı, çok güzeldi. Komodor ejderleri çok acaip, orda olduğunun farkında değilmiş gibi yapıp, nasıl biliyolar, çok çakallar..Çok büyükler,,bu kadar işte..Sonra dönerken tekneleri bozulmuş dalıştan dönen bir turu gidip kurtardık, benim tekneme geldiler, teşekkür ettiler ama sessizlik bozulmadı, Gotham City etkisi gibi bişey var bence bu adada, garip bişeyler bilmiyorum.

Gece

Burası çok ıssız sabah olsa da tekneye gitsem. Restorantta yemek yedim, Endonezya yemeklerini çok sevdim, Nası Kanku yedim, Kanku tavuk demek. Pirinçli, tavuklu, soslu falan bişiler. Tabii ki önden garlic bread, mix juice, mükemmel yapıyorlar.Garson nerden geldiğimi sordu, Turkey dedim. Turkeyyy !!!?? too farr dedi. İvit dedim, sen ilk Türk müşterimizsin dedi. Ahaa güzelmiş dedimJ wireless vardı, bişiler yazdım. Bungalowdayım. İçi çok ferah, yatağın üzerinde kocaman bir tül var, açmıyım dedim, sonra hadi hadi aç dedim, güzeldi onun içinde uyumak. Yatak bildiğin prenses yatağı gibi. Özledim ben çok, özlediğini bildirmenin en güzel yolu nedir acaba özledim demeden. Yarın tekne var çok heyecanlıyım, orda uyuycam yarın akşam, sualtı muhteşemmiş, çok merak ediyorum.






Tekne----

Burası muhteşem, telefon çekmiyor imkansız çekmiyor..Tekne süper, Hollandalı bir çiftle beraber geldim. Çocuk sporcuymuş, sailer’im dedi, dünya şampiyonalarına falan katılıyorlarmış, çok şeker bi çocuk, hemen kalktı elimi sıktı Türkler gibi, Simon adı, kız arkadaşı Mary, biraz daha soğuk, o da medical doctorum dedi, ama acil servis doktoru olmak istiyormuş, karışık bi eğitim sistemlerinden bahsetti hiçbişey anlamadım. Bi motorla bir saat yolculuktan sonra Mona Lisa’ya çıktık. Odamı gösterdiler, pek küçük, çok tatlı, çok güzel, ranza var, ama ben kendim kalıcam, teknede 9 kişi daha var bizden önce kalan, bi İspanyol çift, ki adamı görür görmez ahanda işte Türk demiştim ama tutmadı. Bir Danimarkalı çift, Nina ve Brad, acaip tatlılar, çok sevdik birbirimizi Nina ile, İstanbul’a davet ettim onları, Nina öğrenciymiş hala, Brad Carlsberg’de çalışıyormuş Danimarka’da, 4 hafta tatilleri varmış. Yuh!! Niki benim gibi yalnız seyehat eden bi İngiliz kız, ama biraz içine kapanık, çok sevimli, güldü mü gözlerinin içi gülüyor, hep yalnız seyehat ediyormuş, hemen arkadaş olduk..Joey, bizim eğitmenimiz, İngiliz, burda yaşıyor, çok tatlı bi insan o da, konusuna çok hakim, teknede önemli bi görevde olduğu çok belli, tekneye bizi hiç tanımayan birileri gelse ve aramızda kim lan buranın instractor, görevli, sorumlusu falan, dıkşıınnn diye Joey’i bulurlar, o kadar belli..Karakteristik bi tipi var. Hila ve Will de lokal su altı rehberlerimiz. Diğerleri tekne personeli, herkes çok nazik, Miss diyorlar başka bişey demiyorlar, inanılmaz kibarlar.. Daha çıkar çıkmaz meyve suları geldi, taze, avakado, banana ..miss...odama yerleştim. Joey, breafing diye bağırdı, hepimiz kocaman masanın etrafında toplandık. Ben eğer yarın dönersem bir dalış yapıcaktım sadece, çünkü uçağa binmem lazım. Teknede yarım saat bana yetti, biletim değiştirile !! salıverdim.. Joey ofisle bağlantı kurdu saolsun, biletim değişti. 2 gece,3 gün teknede kalıp 8 dalış yapıcam, bi günde dinlenirim Gotham City’de, sonra Bali’ye Kuta’ya geri dönücem. Bugün 2 dalış yaptık, bir tanesi gece dalışı. Dalış defterime yazdım herşeyi, görmediğim balık türü kalmış mıdır diye düşünüyorsun resmen. Tüm ekipmanların hazır oluyor, bc bağlamak diye bişey yok, tecrübeli dalıcı daldırdığı için sanırım..Bi Fransız çift vardı, Pier ve Ann..Ann open water öğencisiydi, ve şahit olduğum sınavları ve becerileri karşısında nutkum tutuldu, eğitim çok farklı burda. Gece dalışı çok heyecanlıydı, tekneden filikayla gidiyorsunuz dalış noktasına, gecenin köründe nasıl da biliyolar her noktayı..Akıntı çok kuvvetli burda, hayatımda hiç bu kadar kuvvetli akıntı dalışı yapmamıştım. Yukarı fırlaman an meselesi,piuu çok acaipti. Telefon çekmiyor hala, burdan yetklililere sesleniyorum, çalışmıyor bu sistem, aloo almıyor yiğenim burdan..hey allam..fotograf çektim bi sürü. Sabah altıbuçukta breafing var, hemen uyuycam, çok yoruldum.





Mona Lisa'da 2.gün..

Çok eğleniyoruz, dalışlarda, teknede, herkes çok tatlı, dün akşam güneşin batışını izlemek için karaya yanaştık, tepelere çıktık, bir kısmımız bi tepeye, bir kısmımız bi tepeye. Ben karşı tepedekilerin fotograflarını çektim, Nina da ordan bizi çekmiş..Komodor ejderlerinin yaşadığı yerler sonuçta buraları, onunla ilgili şakalar komiklikler falan.. Bişeyler paylaşmak güzel, aslında paylaştıkça güzel de diyebiliriz çok rahat..ne demişti üstad Sean Penn,’’happiness is real when it’s shared.’’  Evime dönmeden ölmücem be tamam, zehirli bişey de yemedim, aç kalma ihtimalim de yok, yaşıycam eve gidince herşeyi birbir anlatıcam milleti salona toplayıp...  



Nikki ve Simon ile bady olduk. Burnum kanadı bugün hep, sinüslerim patladı sanırım. Bugün tekneye 3 kişi daha geldi. Nikki ayrıldı tekneden. Bir İsviçre 2 Fransız vatandaşı. İsviçrenin de adı Simon, diğerlerinin adını hep unutuyorum, baya bi Fransız isim koymuşlar, onlar da benimkini unutuyor hey Turkish girl diyorlar. Elbisemi giymem herseferinde olay oluyor, xs elbise vermişler bana, biraz dar geliyor, gıcık oldum. Parmaklarımın derisi kalktı, çok acıyo..Düşünmeye vakit yok, dalış, çıkış, yemek, dinlenme, dalış, çıkış, yemek, dinlenme,,,kafa bomboşaldı. Bi kaç gün önce yazdıklarıma baktım. Daraldım.. Burası temiz, sessiz, boş..Denizde olmayı sevdim ben, demek ki, tekne seyehati fikri bana hiç uzak değilmiş. Bunu öylesine ben de bi gün tekne alıp, dünyayı gezmek istiyorum kalıbından uzak bişey olduğunu hissettim icimde artık, sevdim ben teknede denizin ortasında olmayı. Bu arada dünya kupasında hollanda ve ispanya yarı finale kalmış, burda çok tatlı muhabbeti oluyor. Kilo alıcam sanırım, yemekler müthiş ve çok..Hele öğleden sonra keki bir enfes, tam 4 dilim yedim. Simon, İsviçreli olan, bikaç kelime Türkçe biliyor, seni seviyorum, sana aşığım diyip geziyor teknede, komik cocuk...Bilmediği dil de yok, bi bakıyosun Fransızlarla fransızca, ispanyollarla ispanyolca, ingilizce herkesle, e en sonunda teknedeki lokallerle balinezce yuh dedim, bravo..Kocaman kaplumbağa gördük bugün, gidip sevdim, kızdılar bana..Ama belgesellerde görüyoruz, seviyorlar hep balıkları, balinaları falan.. Manta ray gördük, ne müthiş bi yaratık, 3 tane de white tip shark, frog fish gördüm çok değişik bişi, müren, napoleon balıkları, hele bi tanesi ofisteki masam kadardı, Castle Rock diye bi yerde daldık, en iyi dalışımdı. Securty stop’da gözlerim bi orda, bi burda çok komikti. Nina Spadan’ı çok tavsiye ediyor, bir dalışta 50 kaplumbağa, 100 köpekbalığı dedi.. :)

Tekne Bitti...

Tekneden herkesle sarılıp ayrıldık, mailler alındı verildi, çok güzel geçti. Adada kalıcam bu akşam, Gotham City de olsa seviyorum be bu adayı ben..Gardenia ‘da yine, aynı yerde yemek yedim, hava 5,30 da kararıyor, çok güzel battı güneş, gökyüzü niye burda daha büyük görünüyor gözüme acaba..bungalowa geçtim, çok ses var bu gece. Bungalow sallanıyor resmen, uyuması zor , iyigeceler..


Pırpır gelmedi ...

normal uçakla döndüm, nedense normal bana bi fazla geliyor, anormal bünyede redbull etkisi yaptığından anormal olsun istiyorum herşey. Mi acaba? Ben yokken çakma gossip başlamış ona ayrıca değinicem, o file çoraplara da tamam..




Çok unuttuğum şey var arada atladığım..İnsan o kadar şeyi unutur mu, ayıp olur.